Siyasetçi, akademisyen, gazeteci Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın ölümünün üzerinden 25 yıl geçti. 1999’da, aracının sileceğine bırakılan bombalı paketin patlamasıyla hayatını kaybeden Kışlalı’yı öldürenlerin Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy gibi aydınları da siyasi suikastler sonucu öldüren Selam-Tevhid Ordusu üyeleri olduğu açıklandı. Bu örgütü kuran ve yönetenler hakkında açılan Umut Operasyonu davasının ana kısmı yıllar önce sonuçlandı ancak dosyanın bir numaralı sanığı konumundaki Oğuz Demir, bugüne kadar yakalanamadı.
Ölümünden kısa süre önce yazıları nedeniyle hedef gösterilen Kışlalı cinayetine ilişkin soru ve yanıtlar şöyle:
1. Ahmet Taner Kışlalı kimdir?
Ahmet Taner Kışlalı, 10 Temmuz 1939’da Tokat’ın Zile ilçesinde doğdu. İlkokulu annesinin görevli olduğu Kilis Kemaliye İlkokulu’nda bitiren Kışlalı, Kilis Ortaokulunun ardından eğitimine Kabataş Erkek Lisesi’nde devam etti. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenim gören Kışlalı, aynı yıllarda spor muhabirliğine başladığı Yeni Gün gazetesinde kısa sürede yazı işleri müdürü oldu.
Kışlalı, 1967’de Fransa bursuyla girdiği Paris Hukuk Fakültesinde doktorasını “Modern Türkiye’de Siyasi Güçler” teziyle tamamladı. Fransa’da tanıştığı Nicole (Nilgün) ile 28 Mayıs 1968’de evlenen Kışlalı’nın, bu evlilikten kızları Altınay ve Dolunay dünyaya geldi.
Kışlalı, 1968-1972 yıllarında Hacettepe Üniversitesi’nde “siyaset sosyolojisi” dersleri verdi. Ancak askerlik hizmeti sonrasında bu görevine dönmedi.
TRT Bilimsel Başarı Ödülü’ne 1971’de layık görülen, 1972’de doçent olan Kışlalı, 1971-1977 yıllarında Yankı dergisinde görev yaptı.
Bu dönemde CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ile tanışan ve 1977’de CHP’den İzmir Milletvekili seçilen Kışlalı, 1978-1979 yıllarında Ecevit’in kurduğu 42. Hükümet’te Kültür Bakanlığı yaptı.
12 Eylül sonrasında üniversiteye dönen Kışlalı, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde “siyaset bilimi” dersleri verdi.
Kışlalı, 1988’de profesör oldu, 1991’de Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği gibi derneklerin toplantılarına konuşmacı olarak katılan Kışlalı, 1993’te Fransız Ulusal Liyakat Nişanı’na layık görüldü.
Kışlalı, 9 Eylül 1995’teki trafik kazasında eşi Nilgün Kışlalı’yı kaybetti, kendisi ise ağır yaralandı.
Nilüfer Kışlalı ile 1997’de ikinci evliliğini yapan Kışlalı’nın bu evlilikten ise kızı Nilhan Nur dünyaya geldi.
Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999’da otomobiline yerleştirilen bombanın patlaması sonucu hayatını kaybettiğinde 60 yaşındaydı. Türkiye’yi yasa boğan saldırının ardından Ankara’daki cenaze töreninde Kışlalı’yı son yolculuğuna binlerce kişi uğurladı.
Vefatına kadar Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını yazmayı ve Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde ders vermeyi sürdüren Kışlalı, ölümünden sonra 1999 Sertel Demokrasi Ödülü’ne layık görüldü.
2. Kışlalı, neden hedef haline geldi?
12 Eylül öncesinde ve sonraki yıllarda da yazıları ve çalışmaları nedeniyle tehditler alan Kışlalı, ölümünden 5 ay önce Cumhuriyet gazetesinde kaleme aldığı yazıları nedeniyle hedef haline geldi. Bazı gazetelerde fotoğrafının üzerine çarpı işareti konuldu. 13 Mayıs 1999 tarihli yazısı için, “Halkı Köpeğe Benzetti”, “Zorba Kemalist Gemi Azıya Aldı” ifadeleri kullanıldı. Kışlalı, yazısında tarikat ve cemaatleri eleştirerek, bu yapılara sunulan ayrıcalıklara dikkati çekmişti.
3. Kışlalı, nasıl öldürüldü?
Kışlalı, öğrencilerine ithaf ettiği “Siyasal Çatışma ve Uzlaşma” adlı kitabında, “şiddetin psikolojisi” ve “terörizmin sosyolojisi”ne ilişkin analizlerde bulunmuştu. Kışlalı’nın kitaptaki tespitlerinden biri, “Silah ve şiddet karşısında toplumun boyun eğdiğini göstermek ne kadar yanlış ise terörü yaratan ortamın değişmesi için gerekli demokratik adımları atmaktan kaçınmak da o ölçüde hatalıdır” şeklindeydi. Kışlalı, tam da dikkat çektiği terörün hedefi oldu.
21 Ekim 1999’da saat 09.40’da Ankara’da evinin önünde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Kışlalı, o sabah her zaman olduğu gibi köşe yazısını erken saatlerde yazdı ve 09.30 sularında Cumhuriyet gazetesine faksladı. Hemen ardından da ders verdiği Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne gitmek için aracına gitti. Saatler 09.40’ı gösterirken otomobilinin kapısını açan Kışlalı, tam o sırada, bira kutusunu andıran bir kutunun, gazete kağıdına sarılı halde silecekleriyle kaputu arasına sıkıştırılmış olduğunu fark etti. Kışlalı, araçtan inerek paketi almak istedi ancak bombalı paket büyük bir gürültüyle patladı. Sol kolunu o an kaybeden Kışlalı, hastaneye kaldırıldı ancak kurtarılamadı. Cenazesi büyük bir katılımla Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.
4. Cinayetten sonra ne yaşandı?
Kışlalı’nın eşi ilk ifadelerinde bombalı saldırıdan sonra hemen aracın yanına koştuğunu, eşinin sol kolunun kopmuş ve kan kaybından ölmek üzere olduğunu gördüğünü, avazı çıktığı kadar bağırdığını, yakında bir polis koruma noktası olmasına rağmen polislerin yanına hemen gelmediklerini anlattı. Saldırıdan sonra çok yönlü soruşturma başlatıldı ancak benzer faili meçhul kalan siyasi cinayetlerde olduğu gibi sonuç alınamadı.
5. Kimler suçlandı ve soruşturuldu?
Cinayetten kısa bir süre sonra terör örgütü İBDA-C’ye yönelik operasyon yapıldı. Gazete yazarlarına suikast hazırlığı yaptığı öne sürülen 20 kişinin yakalandığı açıklandı. İddiaya göre Kışlalı suikastı şüphelisi bu isimler, gazeteci Fatih Altaylı, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk gibi isimlere suikast hazırlığı suikast hazırlığı içindelerdi. Ancak bu soruşturmadan Kışlalı cinayeti açısından bir sonuç çıkmadı.
6. Umut Operasyonu nedir, Kışlalı cinayeti neden bu soruşturmaya dahil edildi?
Uğur Mumcu cinayetini aydınlattığı iddia edilen Umut Operasyonu, adını “Uğur Mumcu Uzun Takip” dosyasından aldı. Operasyon Ocak 2000’de Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu‘nun Beykoz’daki villasına yapılan baskında bulunan hard disklerin incelenmesinden sonra başlatıldı. Buradaki bilgilerden İstanbul’da “Tevhit – Selam / Kudüs Ordusu” adlı örgütün İran bağlantısıyla eylemleri yaptığı şüphesi doğdu. Sadece Uğur Mumcu cinayeti değil, aynı örgütün Muammer Aksoy, Bahriye Üçok suikastleri gibi pek çok eyleme imza attığı söylendi.
Bu bilgilerin açığa çıkmasının ardından büyük bir operasyonla iki kişi yakalandı. Bu iki kişiye, Mumcu cinayeti başta olmak üzere Ankara’da işlenen benzer suçlarla ilgili tatbikat yaptırıldı. Her ikisi de cinayetleri kabul ediyor, ayrıntılarla basının önünde bilgi veriyordu. Ancak bu iki ismin, Yusuf Karakuş ve Abdülhamit Çelik’in asıl şüpheliler olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Her ikisi de işkence altında ifade verdiklerini söyledi. Birkaç gün içinde Karakuş ve Çelik’in bağlı olduğu aynı örgütün üst düzey isimlerine yönelik operasyon yapılması, işkence iddialarını güçlendirdi.
Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, konuyla yakından ilgileniyordu. Yapılan soruşturma temmuz ayında tamamlandı. İlk gözaltına alınan gruptakilerin verdikleri isimler doğrultusunda çalışmalar yürütüldü. Ferhan Özmen liderliğinde olduğu ileri sürülen yeni bir grup gözaltına alındı ve tutuklandı. Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı ekipleri, 13 Mayıs 2000 tarihinde, Sincan’ın Çimşit köyünde, 39 el bombası, 2 el bombası fünyesi, 46.5 kilogram C-4 plastik patlayıcı, 46 TNT kalıbı, çok miktarda fişek ve 18 makineli tabanca buldu.
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı suikastının faili olarak 14 Mayıs 2000`de Ankara’da gözaltına alınan Necdet Yüksel‘in aynı gruptan olduğu açıklandı. Yüksel’in, 15 Mayıs 2000 tarihinde, Sincan’da yer göstermesi sonucu, çok sayıda değişik çapta tabanca, 3 Uzi marka tabanca, 8 lav silahı, 50 susturucu, kullanıma hazır bomba düzenekleri, 81 tam 8 yarım yeşil renkli C-4 patlayıcı, 25tam 6 yarım beyaz renkli C-4 patlayıcı ve çok sayıda mermi ele geçirildi.
11 Temmuz 2000’de Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Kışlalı cinayetlerini de içeren) 18 olayın konu edildiği “Umut Davası”nda 15’i tutuklu, 17 sanığın yargılanmasına başlandı. İddianamede, Mumcu’nun aracına konan bombanın Ferhan Özmen tarafından yapıldığı ve araca Necdet Yüksel’in gözcülüğünde Oğuz Demir tarafından yerleştirildiği ifade edildi.
7. Dava nasıl sonuçlandı?
İlk yargılama sonunda sanıklardan Necdet Yüksel, Rüştü Aytufan ve Ferhan Özmen’e “Anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs etme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Örgütün İran bağlantısını sağladığı iddia edilen Ali Akbulut, Selahattin Eş, Ahmet Cansız, Aydın Koral ve firari sanık Oğuz Demir hakkındaki dosya ayrıldı.
2002’de Yargıtay Necdet Yüksel’e ve Rüştü Aytufan’a verilen hapis cezaları onadı. Hakkındaki ilk karar bozulan Özmen’e 28 Temmuz 2005’te Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ağırlaştırılmış müebbet, Ekrem Baytap da 15 yıl hapis cezası aldı.
Yedi sanık (Abdulhamit Çelik, Hasan Kılıç, Mehmet Ali Tekin, Mehmet Şahin, Fatih Aydın, Muzaffer Dağdeviren ve Yusuf Karakuş) altı yıla kadar hapis cezasına çarptırıldı. Sanıklar hakkında ceza indirimi yapıldı. Firari sanık Oğuz Demir’in dosyası ayrıldı.
2006’da Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Özmen hakkındaki kararı onadı. Sanık Baytap’a verilen 15 yıl hapis cezası bozuldu. Diğer sanıkların ise cezalarında indirime yol açan Topluma Kazandırma Yasası’ndan yararlanamayacaklarına işaret edildi.
Mahkeme, 17 Aralık 2013’te, sanıklardan Mehmet Ali Tekin, Hasan Kılıç ve Ekrem Baytap’ı “silahlı suç örgütü kurma ve yönetme” eylemlerinden 12 yıl 6’şar aya; Abdulhamit Çelik, Fatih Aydın, Yusuf Karakuş, Mehmet Şahin ve Recep Aydın da “silahlı suç örgütü üyesi olmak” suçundan 6 yıl 3’er ay hapse mahkûm etti.
8. Kışlalı’nın faillerinin kim olduğu açıklandı?
Davanın bir numaralı sanığı Ferhan Özmen’in Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerini işleyen kişi olduğu tespiti yapıldı. Bu karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 8 Kasım 2006 tarihli kararı ile onandı.
9. Dosya kapandı mı?
Kışlalı cinayeti yönünden evet. Ancak Umut Operasyonu davası hâlâ bir bölümü yönünden sürüyor.
Suikastlara katılmaktan değil örgüt üyeliğinden ceza alan ve operasyonun sonradan hayal kırıklığı yaratan ilk dalgasında tutuklanan sanıklar, 17 Temmuz 2014 ve 8 Ağustos 2014 tarihlerinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundular. Başvurucular, gözaltında haklarının hatırlatılmadığını, azami gözaltı süresinin aşıldığını, haksız olarak tutuklandıkları ve gözaltına alındıkları gerekçesiyle kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini, ifadelerinin işkence altında alındığını, avukat huzurunda alınmayan ifadelerinin hükme esas alındığını, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini öne sürdüler. Yüksek mahkeme, başvurucuların avukat yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile yargılamanın 13 yıl 10 ay 25 gün sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Karakuş ve Şahin’e 10’ar bin, Kılıç’a 18 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmedildi. 2017’deki bu karar uyarınca, 3 sanık yönünden yeniden yargılama süreci başladı. Ardından örgüt üyeliğinden ceza alan diğer sanıkların da yeniden yargılanmasına başlandı. Sanıklar cezaevinde kaldıkları süre gözetilerek tahliye edildi. Gelinen noktada, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar dışında davanın sanıklarından cezaevinde kalan yok.
Mehmet Şahin, Talip Özçelik ve Mehmet Kassap 1 Nisan 2005’te yürürlüğe giren yeni TCK’da haklarında daha düşük ceza öngörüldüğünden, cezaevinde geçirdikleri 5 yıl göz önüne alınarak tahliye edilmişti.
Sanıkları evinde barındırdığı iddiasıyla hakkında dava açılan Arif Tari, Şartla Salıverme Yasası’ndan yararlandırıldı. Süreç içinde, sadece üyelikten ceza alan diğer isimler de yeni TCK nedeniyle tahliye edildi. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ikinci kez yargılanan ve hakkındaki ceza Yargıtay incelemesinden henüz geçmeyen sanıklardan Muzaffer Dağdeviren 22 Eylül 2005’te İstanbul Fatih’te girdiği bir silahlı çatışmada başından vurularak öldürüldü. Kalanlar ise AYM kararıyla tahliye oldu.
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi, yıllar önce dosyası ayrılan Selahattin Eş, Ali Akbulut, Aydın Koral ve Ahmet Cansız hakkındaki yakalama kararını “savunmalarını” yapmaları amacıyla kaldırdı. Ahmet Cansız dışındaki üç sanık, 2020 yılı içinde Türkiye’ye geldi ve mahkemede savunma yaptı, iddiaları reddetti. 20 Ekim 2020’deki duruşmada mahkemeye çıkan Aydın Koral, “Oğuz Demir’i tanımıyorum. En ufak bir örgütsel faaliyetimiz olmadı. Ben dini ve ilmi araştırmalarda bulundum” dedi. Koral, mahkemenin mahkûmiyet kararı vermesi halinde ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulamasını kabul edeceğini de ifade etti.
Davada 8 Aralık 2020 tarihinde karar çıktı. Mahkeme, sanık savunmaları, tanık beyanları ve tüm dosya kapsamından yüklenen suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle Selahattin Eş, Ali Akbulut ve Aydın Koral’ın beraatine karar verdi. Cansız’ın dosyası ayrıldı. Ayrı bir esas numarasında devam ediyor.
10. Davanın kritik ismi Oğuz Demir bulundu mu?
Hayır. Oğuz Demir, 28 yıldır kayıp. 1971 doğumlu olan Demir, “arananlar” listesinde ve 600 bin TL ödülle aranıyor. Hakkında İran’da olduğu iddiaları de dile getirilen Demir’in, Ankara’da yapılan operasyon sırasında kaçtığı ve sınır kapısından yasal yollarla geçtiği öne sürüldü. Demir’in hakkındaki davanın, zamanaşımından düşme ihtimali de tartışılıyor.
Gazeteci Adnan Gerger’in kaleme aldığı “Uğur Mumcu’yu kim öldürdü?” adlı kitapta, Oğuz Demir ile ilgili ilginç bilgiler veriliyor. Kitapta, Demir’in mühendis olduğu, patlayıcılar konusunda özel eğitim aldığı, operasyonlar devam ederken, Ankara Sincan’da yakalanacağı sırada, bulunduğu aracı polislerin üzerine sürerek kaçtığı ve daha sonra Türkiye’den ayrıldığı iddia ediliyor. Demir’in patlayıcıları temin eden ve eylemlerde kullanan isim olduğu, hüküm giyen Özmen ile İran bağlantılarını kuran isim olduğu da öne sürülüyor. Bu nedenle diğer sanıklardan farklı bilgilere sahip olabileceği üzerinde de duruluyor. 2007’de Avustralya’da izine rastlandığı bilgisi dosyaya girdi. Ancak İran’da olduğu sanılan Demir’in Avustralya ile ne gibi bir ilgisi olabileceği de aydınlatılamadı. Demir’in Türkiye’deki malvarlığı, İçişleri Bakanlığı kararıyla donduruldu. Demir’in “kaçak” olarak arandığı dava sürüyor.